MALUMAT

Bilginin insanı sultanlıktan zillete düşürdüğü bir çağda yaşıyoruz vesselam. Bilg bize uygarlığın tatlı meyvelerini yedirirken bir anda acılarımızın, dertlerimizin müsebbibi oluverdi.

Aslında bilgiyi doprudan suçlamamak lazım bizi asıl sersemleten malumat oldu. Evet malumat, malumu bilmek veya günümüz tabiriyle haberdar olmak.

Haberdar olmak bir gereksinimdi ilk başlarda, insan sadece yaşadığı muhitin değil etrafındaki coğrafyanın, ülkesinin, dünyanın ve hatta evrenin kaderini paylaşıyordu aynı zamanda.Kendi benliğinin bu hayatta yalnı olmadığını biliyor, hariçteki devranı bilmek onu daha donanımlı daha açık ifadeyle hayata daha hazırlıklı hae getiriyordu.

Dedik ya aynı kaderi paylaştığı varlıklarla buluşturuyor, bazen de kendi duygularını tercüman buluyor, insaniyetinin gerektirdiği şekilde başkalarına ait dünyaların sevinç ve acılarını paylaşıyordu.

Zamanla malumatla olan bu insani ilk bağ yerini aklın ihtirasına bıraktı. Bigi tek başına ancak insani hisleri tatmin edebiliyordu ancak insanı daha donaımlı getirip sağladığı aritokrasi ile dürtülerimizin nefs tarafını okşuyor, duygusal olarak da tatmin ediyordu. Artık malumatla edinilen bilgi 20 yüzyılda gücün diğer adıydı.

Tüm eğitim hayalimiz ve akabinde iş ve sosyal hayatımız bu malumat akışında bir aktarma gemiileriydi insanoğlu için. Sınavlar bizim dersler hakkında malumatımızı ölçüyordu. İş hayatı, çalışma gayreti ve iş ahlakından daha çok işin tekniğine ilişkin bilginin vukufiyetine göre elemanını seçiyordu. Kuracağımız ailede seçeceğiniz eş için onunla ilgili herşeye malum olmak şart bir kriterdi. Aksi takdirde herşey yolunda gitse bile hayat yoldaşı olduğumuz kişinin bizim bilmediğimiz tarafları olması bizi hep rahatsız edecekti.

Lakin masumca başlayan bu haberdar olma dürtüsü zamanla malumatı araç değil amaç haline getirdi. Çoğu zaman sadece haberdar olmak için bilgi kaynaklarını takip edip zihnimizi doldurduk. Bilgili gözükmek, daha çok bilgiye sahip olabilmek için getireceği faydayı tartmadan birçok eğitimler aldık. Hakkında bilmediğimiz birşey kalmasın diye insanların hayatlarını, geçmiş ve geleceklerini takibe aldık. Kendimizi başkalarının hayatlarıyla özdeşleştirip sadece bilginin bize sunduğu hayal gücüyle oduğumuzdan farklı zaman ve mekanda kendimizi tasavvur ettik. Bir nevi kendi kaderimizin sınırlarını aşıp başka kaderlere ortak olmaya çalıştık.