CAHİLİN FERASETİ

Kıssa odur ki; Nuh Aleyhisselam tufandan önce gemiyi inşa ederken iman edenlere de afet yağmurları başladığı an gemiye gelmeleri konusunda uyarırmış. Yine böyle bir davet için kırsalda birkaç ineğiyle, çadırda yaşamını idame ettiren iman sahibi yaşlı acuze bir kadının yanına varmış. Durumu tebliğ edince o yaşlı kadın Hz. Nuh’a: “Ey Allah’ın elçisi ben cahil bir kadınım, tufanın hangi yağmurla başlayıp başlamadığını anlamam pek müşküldür. Sen bana vakti saati geldiğinde haber salasın.” demiş. Nuh Peygamber tamam deyip kadının yanından ayrılmış. Derken büyük tufan zamanı gelip çatmış. Hz. Nuh ve beraberindekiler gemiye binip, dağları aşan azgın sulardan kurtulmuşlar. Sular çekilip karaya inildiğinde Nuh Aleyhisselam’ın aklına haber etmeyi unuttuğu yaşlı kadın gelmiş ve vazifesini ifa edemediğini düşünüp çok üzülmüş. Ardından belki na’şını bulup toprağa defnederim ümidiyle o kadının çadırının bulunduğu yere gitmiş. Bir de ne görsün o acuze sapasağlam bi halde ineklerini yağmur sonrası semizlenen otlarda gütmekteymiş. Hz. Nuh kadının yanına varıp selam edip özür dilemiş, akabinde tufanın gerçekleştiğini anlatıp onun nasıl kurtulduğuna olan hayretini dile getirmiş. Yaşlı kadın ise tam bir teslimiyetle “Ey Allah’ın peygamberi daha önce dediğim gibi cahil bir kadınım, şu iki inek verirse Allah'a şükredip onunla yaşarım. Dolayısıyla tufanın başladığını idrak edecek aklım pek yoktur. Senden de haber alamayınca afet yağmurlarının başladığını bilemedim. Yalnız bir aralık topraktaki su hiç olmadık şekilde bizim ineklerin ayak bileklerine kadar çıktı. Ben de o vakit anlayabildim tufanın gerçekleştiğini” demiştir.

İşte kimi zaman bu kıssadaki kadın gibi teslimiyetin timsali olmuştur, kimi zaman ise hayvanlarının otlatmaya giderken komşusunun tarlasından yemesin diye ağızlarını bağlayıp öylece yola güden hak-hukuk emsali olmuştur avam ve cahil insanlar.

Bazen de Tapduk Emre’ler yaşamış. “Ben kendini zor bilen cahil, ümmi bir ihtiyarım” deyivermiş. Kapısının eşiğine kafasını koyan Kadı Yunus’lara ilk başta “ben bilmem” zikri çektirip, çağları aşan gönül erlerinin yetişmesine vesile olmuştur.

Çok daha önceleri de Sinoplu Diyojen gibi sefalet içinde yaşayan ilim fakiri cahiller zuhur etmiş. Ancak bazen öyle erdem sergilemişler ki, Doğu’yu ve Batı’yı fetheden Büyük İskender’in “Ne istersin?” sorusuna “Gölge etme” diye cevap vererek birey-devlet hukukunun en önemli anayasa maddesini tarihe not düşmüştür.

Öte yandan cahillik ile hikmet sahibi olmak arasındaki ayrım devrin toplumsal normlarına göre de değişmiştir. Örneğin; İslamiyet gelmeden evvel Ebü’l Hakem (bilgeliğin babası) diye anılan şahıs ümmi bir peygamberin (sallallahü aleyhi vesellem) getirdiği dinle cahiletin babasına (Ebu Cehil) dönüşüvermiştir. Alay ettiği o yüce Nebi ise yaratılana ait hakiki ilmin özünü tebliğ edip anahtarını insanlığa sunmuştur.

Yakın zamanımızda ise Darwin gibi had bilmez bilim adamları zuhur etmiş, insanoğlunu hayvan derekesine düşürüp güya varoluşun sırrını çözdüğünü iddia etmiştir. Bu sözde bilim adamının fikirleri Nazi Almanya’sı ve Komünist Rusya’nın insana ait politikalarını belirleyecek derecede revaç görmüştür. Modern Batı’nın biyoloji ve tıp alanındaki kitaplarında yer alıp, yetişecek olan bilim insanlarına iman zafiyeti verecek biçimde tesir etmiştir. Dahası senelerce Türkiye gibi ekserisi Müslüman olan bir ülkenin gençlerin taze zihinlerine ders kitapları vasıtasıyla derc edilmeye çalışılmıştır. Nihayetinde evrim teorisi artık tekzib edilip geçerliliğini yetirmiştir. Buna rağmen Darwin, hala bilim dünyasınca ‘bilim adamı’ vasfını korusa da iman sahibi avam nazarında ancak zır-cahil olarak kabul görmektedir.

Velhasıl; şu salgın döneminde sürüsüne bereket birçok uzmanı duyduk izledik. Kimi virüsün cemaziyelevvelinden, kimi RNA’sından, kimi nereden çıkageldiğinden, çoğu ise nasıl bulaştığından bahsetti. Öyleleri de vardı ki virüsün cemaziyelahirini bilip “dönüşü muhteşem olacak” dedi. Bazıları da bu dünyanın bir sahibi olduğunu unutup insanların kaderini tayin etmeye, kıyameti getirmeye kalktılar. Bu ilim/bilim insanlarını dinleyen ülkelerin haşmetli devletlüleri de “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” buyurup kaba tabirle “hayatta kalma istiyorsanız ayağınızı denk alın” dediler. Neticede akıl fikir sahibi insanların çoğu hikmetsiz bilime perestiş ederek, vazifesini tamamlayınca muhakkak gidecek olan virüsün, insanoğlunda kalıcı hasar bırakmasına engel olamadılar. Şimdilerde de yeni düzeni nasıl kurarısız onun hesabını yapıyorlar

Bu yazı vesilesiyle karar verici makamında olan kişilere seslenmek istiyorum. Tamam, hadi salgın sürecinde bilim ve devlet olarak herşeyin en doğrusunu bildiniz bizi ve salgından kurtardınız. Ancak bundan sonra kurguladığınız düzen için bir kerecik şu 'avam ve cahil' olarak gördüğünüz halka "sen ne dersin, ne talep edersin" diye lütfen sorunuz. Vakidir ki; bazen “cahilin feraseti” alimin kitap dolusu bilgisinden yeğdir. Nitekim atasözleri ve deyimlerimiz bunun en güzel örnekleri değil midir? Şayet bunu yapmaz iseniz korkarım bir gün o ‘cahilleri’ de küstürüp hepimizi ‘delilerin’ insafına bırakmış olacaksınız. Vesselam